ZANAATKAR RUHU

[su_quote]Elsizlere el, dilsizlere dil ver yeniden,

Lütfet, bize bin şanlı nesil ver yeniden,

Dünyayı alıp avcuna bir gün Tanrım,

Avcunda bu dünyaya şekil ver yeniden.[/su_quote]

Arif Nihat Asya’nın ‘’Tanrıya Sesleniş’’ şiirinde belirttiği gibi dünyaya ve insanlığa bir zanaatkâr gibi yeniden şekil versin diye tanrıya seslenip yalvarmak gerekiyor. Neden mi? Adana’da valilik yapan ve burada vefat eden Ziya Paşa’nın, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü rafa kalktığından beri, ortalık az ve yarım yamalak iş yapan ama her vesileyle kendinden çok söz eden zat-ı muhteremlerle dolu.

Zanaat, sermayeden çok nitelikli emeğe dayalı; öğrenimin yanı sıra el becerisi ve ustalık gerektiren meslek. Bu mesleklerin erbabına zanaatkâr denir. Marangozluk, ayakkabıcılık, kuyumculuk (takı üreten), kumaş boyama, çömlekçilik, berberlik, bakırcılık gibi mesleklerin hepsi birer zanaattır. Bir kimsenin zanaatkâr olması için el becerisi gerektiren bir malı veya hizmeti sadece satması değil, bilfiil üretmesi gerekir. Osmanlılar zanaat anlamına gelen hirfet sözcüğünü kullanmışlardır. Osmanlı döneminde çeşitli zanaat kollarının toplandığı Ahi teşkilatı bulunmaktaydı.

Geçmişte zanaatkâr vardı. İşinin erbabı olmak, işi maharetle yapmak, işe ruhunu katmak zanaatkârın önde gelen özellikleriydi. Kolay değildi zanaatkâr olmak. Usta-çırak ilişkisine dayalı uzun bir süreçte işi öğrenmek kadar meslek ahlakını kazanmak da çok önemliydi. Ortaya koyduğu ürünün kaliteli olması her şeyden önce kendisine duyduğu saygının bir gereğiydi. Kalitesizlikten şikâyet etmekle laf ebeliğinin yaygınlaşması birbirinden bağımsız değil. Kişiyi değerlendirirken yetenek ve liyakate artık fazla önem verilmediği için hep kendinden söz etmek; kendini işine adamanın, işini doğru dürüst yapmanın önüne geçiyor.

Fotoğrafa baktığım zaman büyük bir özen ve dikkatle toprağa şekil veren, ona ruh katmaya çalışan, o an sadece ama sadece üreteceği esere odaklanmış zanaatkârı görüyorum. Bir cerrah olarak ameliyat esnasında veya hastanın filmine baktığım zaman ki dikkatimi ve özenimi görüyorum. Kendini işine adamış ve işini düzgün yaparak mutlu olmak isteyen zanaatkâr ruhunu görüyorum. Bu mutluluğun sırrı, zanaatkâr ruhunda saklı. O, bu ruhu, kendisini yetiştiren ustasından kazanıyor. Zanaatkârlıkta temel olan, kendinden söz etmek yerine ürüne odaklanmaktır. Zanaatkâr, lafla değil ürünle hayata damgasını vuruyor.

Tüketim toplumunun “kullan-at” kültürü sınırsız bir üretimi gerektiriyor. Zanaatkâr için sorun burada düğümleniyor. El emeği ve göz nuruna dayalı bir üretimde esas olan çok üretmek değil kalıcı ve sağlam bir ürün vermektir. Zamana meydan okuyan, kalıcı ve sağlam bir ürün ortaya koymanın mutluluğunu zanaatkâr hiçbir şeye değişmez.

Dünyaya ve insanlığa yeniden şekil verilip bir şeylerin düzeltilmesini istiyorsak toplumda hangi meslek dalında olursa olsun çocuklarımıza çok konuşanları değil, yaptıkları işlerle insanlara güven veren, ortaya koyduğu ürünün mutluluğunu hiçbir şeye değişmeyen, hayata lafla değil ürünüyle damgasını vuran insanları örnek gösterelim ve usta-çırak ilişkisinin önemini anlatalım.

 

 

En Son Yazılar: