Güllerin en hası, en goncası
Sarışın bir ışık parçası kimi
Kimi kapkara üzüm tanesi
Babalar, çıkarmayın onları akıldan
Analar, koruyun bebeklerinizi
Susturun, susturun söyletmeyin,
Savaştan, yıkımdan söz ederse biri. [/su_quote]
Ataol Behramoğlu’nun ‘’Bebeklerin Ulusu Yok’’ isimli şiirinde belirttiği gibi çocuklarımızın yanında savaştan, yıkımdan ve kötülüklerden bahsetmemeliyiz. Çocuklarımızı korumak sadece düşmelerini veya çarpmalarını engellemek olmamalı. Asıl koruma hayatı öğreterek ve şiddet ortamından, söyleminden uzak tutarak olmalı. Şiddete çözüm arıyorsak çocuğun doğumundan itibaren aileden başlayan çevrenin etkisini düşünmeliyiz.
“Bir şiddet toplumu olduk” diyenlerin sayısında ciddi artış mevcut. Öyle ki, bu denli kaygı verici bir şiddet ortamına neden sürüklendik sorusu toplumda çok sayıda insanın zihnini her geçen gün daha fazla meşgul ediyor ve çözüm arayışlarına itiyor.
Günlük hayatta şiddet kullanımının giderek artması, bir toplum için en tehlikeli gelişmedir. Böylesi bir gelişme, şiddetin bir sorun çözme yolu olarak kabul görmekte olduğu anlamına gelir. Bir kartopu nedeniyle camı kırılanın çözüm olarak bir canı yok etmesi ve dramatik şekilde hayata veda ediyor olması bunun bir örneğidir. Eve gitmek için bir minibüse biniliyor, gençliğinin baharındaki bir can hayata veda ediyor. Bu şiddeti uygulayanların geçmişini sorguladığımızda masum doğan bir bebeklerin çevresel faktörlerle nasıl bir caniye dönüştüklerini görebiliriz.
Yaşamakta olduğumuz bu “şiddeti anlamamız gerekiyor. “Şiddeti neden anlamalıyız sorusuna Ahmet İnam şu cevabı veriyor: “Şiddetin yaşamımızdaki yerini, ortaya çıkışının ardında yatan etkenlerin neler olduğunu, şiddetle yaşanan yaşamın olumsuzluklarını, bu olumsuzlukla nasıl baş edebileceğimizi öğrenmek, bilmek, tartışmak için şiddeti incelemeli, tartışmalı, yorumlamalıyız. Şiddetin önüne geçebilmek, şiddete karşı bir duyarlılık geliştirmek, bir şiddet bilincine sahip olmakla olanaklıdır…”
İnam’a göre şiddetin olduğu bir yaşam, “mutsuzluğun, acının, tutsaklığın, ezilmişliğin, kendini gerçekleştirememenin yaşandığı bir yaşamdır. Böyle bir yaşamda insanlar sağlıklı düşünemezler, algılayamazlar, tartışamazlar, sorgulayamazlar, dolayısıyla da bilim yapamazlar, sanat etkinliğinde bulunamazlar, inançlarını yaşayamaz, gönüllerindeki dünyayı gerçekleştiremezler…”
Fotoğrafta çatık kaşlarıyla bize bakan masum bir çocuğu görüyorum. Saf ve temiz bir çocuk. Fotoğrafın arka planında köpeğini ve yaşadığı ortamı gördüğümde oyun parkında oynayan çocuklardan neyi eksik diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Cezaevinde kadın koğuşunda anneleriyle beraber kalan ve o şartlarda büyütülen çocukları düşündüğümde hem çocuk hem de anne ve toplum için insanlık adına endişeleniyorum. Aile, okul, arkadaş ve medyadan oluşan bir çevresel ortam bu çocuğun yetişme sürecinde kişiliği oluşurken önemli roller oynayacak.
Bir bireyin şiddeti davranış biçimi olarak seçmesinde çevresel faktörler de etkili role sahip olduğuna göre bu faktörlerin sağlıklı olmasına önem verilmeli. Şiddet olumsuz bir çevre içinde varlık buluyor. Bu olumsuz çevreyi ortadan kaldırmak için sadece devlete değil, hepimize büyük görevler düşüyor. Tartışmalar, sorunu çözümüyle birlikte tartışabilirsek anlam kazanır.