Şehirlerimiz büyük bir değişim süreci yaşıyor. Bu değişim süreci olumlu özellikleri beraberinde taşıdığı gibi olumsuz özelliklere de sahip. Modern görünümlü kentlerimizin sayısı giderek artarken modernliğin lüks, ihtişam ve tüketimden ibaret olduğuna dair bir izlenim de ortaya çıkmakta.
Kentlerimiz modern binalarla betonlaşırken kentlerin geçmişten bugüne getirdiği kültürel doku ise acımasızca tahrip edilerek büyük ölçekli modern köyler karşımıza çıkmaktadır. Ünlü bir Alman atasözü “kentlerin havası insanı özgürleştirir” diyor. İnsanı özgürleştirecek kentler bünyesinde çok sayıda sinema ve tiyatro salonunu, sergi merkezlerini, sanat evlerini, kütüphaneleri, fuar alanlarını, yayınevlerini, enstitüleri ve araştırma merkezlerini barındıran kentlerdir. Bugün kentlerimizin büyük bir bölümünde maalesef bu özellikleri göremiyoruz. Alman atasözünde vurgulanan insanı özgürleştiren kentler bünyesinde zenginleri değil para kazanmak kadar kültüre ve sanata önem veren burjuvaları da barındıran kentlerdir. Burjuvaya sahip olmak gerekli koşul olmakla birlikte yeter koşul değildir. Kentlerde yaşayan ve bilincini geliştirmek isteyen insanların ekmek ve suya ihtiyaç duyduğu kadar kültürel ve sanatsal ürünlerden yararlanmaya da önem vermeleri gerekmektedir. Türkiye’de kentler kendilerini tanıtmak için adeta bir yarışa girmiş bulunuyor. Ama bu tanıtım daha çok gıda maddeleri üzerinden yapılıyor. Malatya’nın kaysısı, Kars’ın kaşarı, Afyon’un kaymağı, Konya’nın etli ekmeği, Kayseri’nin pastırması, Bursa’nın şeftalisi, Adana’nın kebabı.
Ama hepimiz biliyoruz ki Adana denildiğin de akla gelen kebap, gazete ve televizyon haberlerinde Türkiye’nin izlediği adliye önündeki görüntülerdir. Bu durumdan hepimiz rahatsızız. Biliyoruz ki Adana demek bu değil. Adana Valiliği’ne hazırlayıp hediye ettiğim görsel şölenin bir bölümü Adana’nın sahip olduğu kültürel ve entelektüel birikimin derinliğini ortaya koymayı amaçlıyor. Bu kültürel ve entelektüel birikim Türkiye’de özellikle sinema, edebiyat ve müziğin gelişimine önemli katkılarda bulundu. Adana’nın yetiştirdiği entelektüel değerler geçmişin sınırlı ekonomik imkânlarına rağmen hem kendilerini hem de Türkiye’yi geliştirmeyi kendilerine gönüllü bir görev bilmişlerdi. Günümüzün gençleri ise sadece mazeret üretmeyi kendilerine görev seçmişler. Aslında onlar suçlu değil. Suçlu olan: Geçmişteki imkânsızlıklara rağmen kültürel ve entelektüel değer üretenleri günümüzün gençlerine yeteri kadar tanıtmayanlardır. Gençler bu değerlerden habersiz bir şekilde kültürel yozlaşmanın girdabında yaşam mücadelesi veriyor.
Adana, Orhan Kemal’in ölümsüz eserinde vurguladığı gibi bereketli topraklar üzerinde kurulu olan bir şehir. Bu topraklarda ekonomik bereket kadar bütün Türkiye’yi hayretler içinde bırakan kültürel bir bereket de var. Bu kültürel bereket günümüzde ciddi bir erozyona uğruyor. Adana günümüzde insanın bilincini geliştiren, özgürleştiren bir şehir durumunda mıdır? Adana’yı bu açıdan fotoğraf karelerine taşıdığımızda maalesef bu durumu göremiyoruz. Adana modernliği şekil itibariyle yakalamış ama içerik açısından fukara bir şehir durumundadır. Çok sayıda sinema ve tiyatro salonu, sergi merkezleri, sanat evleri, kütüphaneler, fuar alanları, yayınevleri, enstitüler ve araştırma merkezlerinin arzulanan düzeyde olmaması bu tabloyu ortaya çıkaran temel nedenlerdir.
Bu tabloyu olumsuzdan olumluya çevirecek olan sadece devletin sağlayacağı imkânlar değildir. Zengini değil burjuvası fazla olan bir Adana arzuladığımız kadar kültüre ve sanata önem veren Adanalılara da ihtiyaç duyuyoruz. Unutmamalıyız ki toprağı toprak yapan insandır.