Baştanbaşa, her yer kesilir kapkara, zindan…
Bir faciadır böyle bir âlemde uyanmak…
Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak…[/su_quote]
Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘’Vuslat’’ isimli şiirindeki gibi son günlerde yaşanan insanlık dışı şiddet olaylarını gördüğümüz bu âlemde uyanmak ve bu yaşananları görmek bize bu âlemi kapkara bir zindana çeviriyor ve kendi insanlığımızdan utanır hale geliyoruz. Yaşadıklarımızı o an için yaşayıp tekrar çözüm üretmeden unutup gittiğimizde sanki leziz bir uykuya dalmış gibi uyuyup gidiyoruz ta ki bir başka insanlık dışı şiddet olayını görüp duyuncaya kadar.
Şiddet belası Türkiye’nin üstünde bir bela olarak dolaşıyor. Bu beladan en fazla acı çekenler de kadınlar ve çocuklar. Hemen hemen her gün kadınlara yönelik şiddet haberleriyle sarsılıyoruz. “Artık bir daha olmasın” derken, maalesef yeni şiddet olaylarına tanık oluyoruz.
Adana’da Gizem Akdeniz isimli bir çocuk tıpkı Özgecan Aslan gibi, bir cani tarafından 10 ay önce bıçaklanmış ve yakılmıştı. Gizem’in katili 25 yaşındaydı, Özgecan’ın ki ise 26 yaşında. 17 yaşındaki Münevver Karabulut’u testere ile kesen Cem Garipoğlu bugün yaşıyor olsaydı 24 yaşında olacaktı. Bu yaş grubunun bu davranışları bir tesadüf mü yoksa bu yaş grubuna ailenin, okulun, medyanın veremediği veya yanlış verdiği bir şeyler mi var? ‘’VİCDAN’’ denilen kavramı, insan olmanın erdemini acaba bu yaş grubundaki gençlere eksik mi verdik? Nerede hata yaptık?
Şiddet belasına sosyolojik bakmamız gerektiğine inanıyorum. Ülkemiz toplumsal açıdan en sorunlu aşamaların birisinden geçiyor: Türkiye bir “geçiş toplumu” dur. Eski gelenekler çözülürken yeni değerler tam oturmamıştır. Sosyolog Durkheim, böyle dönemlerin toplumsal sorunlarını, “anomi” (kuralsızlık, değerler erozyonu) teorisi ile açıklamış.
Bu teori ve sosyoloji Türkiye’de pek dikkate alınmıyor. Bizlere derin bir üzüntü yaşatan Özgecan’ın katledilmesi, sosyolojik bağlamından kopartılarak farklı bir noktaya gidiyor. Süleyman Seyfi Öğün’ün yaptığı şu tespitler önemli: “Özgecan’ın bir katil ve suç ortakları tarafından iğrenç bir şekilde katledilmesi Türkiye’de büyük bir kültürel sarsıntıya yol açtı. Artçı sarsıntılar bir müddet daha devam edecek gözüküyor.
Toplumsal olarak infial yaratan bu çeşit olayların tuhaf bir psişik dünyası olduğunu düşünüyorum. Mizansen aşağı yukarı bellidir: İlk olarak fâiller lânetlenir. İkinci olarak uzman görüşlerine başvurularak(!), bir daha bu çeşit olayların yaşanmaması için neler yapılabileceği konusunda bıktırıcı tartışmalar yapılır. Zaten ‘değerlendirmelerin’ optik sapmalarını burada yakalıyoruz. Ya her şeyi birbirine karıştıran, ya da hiçbir şeyi başka bir şeylerle ilişkilendiremediğimiz durumlardır bunlar. Bu bulanıklık, tartışmaların siyasallaşması ile zirve yapar…”
Fotoğrafta baktığım zaman bıçaklanarak, yakılarak öldürülen Gizem’i, testere ile kesilen Münevver’i ve yine bıçaklanıp yakılan Özgecan’ı, bunlar gibi nicelerini hatırlayarak insan olmaktan utanıyorum. Bunları yapan katiller ve caniler insanlıktan nasibini almamış, insan olmanın erdemine ulaşmamış, vicdan sahibi olmayan yaratıklardır. Fotoğrafa baktığım zaman masum çocukları gördüğümde onları bu canilerden koruyamadığımız için kendi insanlığımdan utanıyorum. Ailenin, toplumun ve ülkenin geleceğidir masum çocuklar. Bir sürü zorluğa katlanılarak, büyük bir emekle büyütülür bu masum çocuklar. Büyük zorluk ve emeklerle yetiştirilmiş bir insanın, acıma duygusu olmayan caniler tarafından hunharca katledilmesi aslında insanlığımızın katledilmesidir.
Sözün kısası bir başka caninin bir başka çocuğu veya kadını acımasızca bıçaklamasını ve yakmasını beklemeden, yaşananları unutmadan bu şiddet olaylarını sosyolojik ve psikolojik açıdan akademisyenler, sivil toplum örgütleri ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir araya gelerek irdelemeli, çözüm üretmelidir. Taziye mesaj ve ziyaretlerinden sonra bu acılar unutulmadan çözülmelidir. Vicdan ve insan olmanın erdemine odaklanmamız gereken bir dönemden geçiyoruz…